Ne çok ağlardın hatırlıyor musun seanslarda? Ben hatırlıyorum. Hatta
seni "ağlayan kadın" olarak hatırlıyorum. İsim hafızam iyi değildir,
adını hatırlamıyorum. Hatta bir gün bir yerde karşılaşsak muhtemelen çok
utanır ve endişelenirim sana ne diye hitap edeceğimi bilemediğim için.
Aklın bir türlü almıyordu sana sürekli zarar veren bir erkeği
hayatında tutmayı, ya da onun hayatında kalmayı. Onu hayatında tutmakla
onun hayatında kalmak arasındaki farkı düşünmek ilginç gelmişti sana.
İlk cinsel ilişkini büyük bir günah ve suçluluk olarak ve onunla
yaşamıştın." Niye yaptığımı bilmiyorum, zevk aldığımı hatırlamıyorum"
diyordun. "İlişkiye girmezsen ne olacağını düşünüyorsun?" diye
sormuştum. "Beni hayatından atar diye endişeleniyorum." demiştin sen de.
Ve onun tarafından dışlanmak sana dayanılmaz geliyordu. Oysa onun
beğendiğin ve sana hoş gelen hiç bir özelliği olmadığını da
düşünüyordun. Bu çok büyük bir paradokstu dışardan bakınca sana göre. O
yakışıklı değildi, senin eğitim seviyen daha iyiydi, evlendikten sonra
sen daha çok para kazanacaktın, onun takıldığı mekanlar sana çok basit
geliyordu vb. Tüm bunlara rağmen seni ona iten ve onunla bir arada tutan
neydi? Çok uğraşmıştık bununla hatırlıyor musun? Çünkü
anlamlandıramıyordun olanı biteni ve "Ben bunu nasıl yapıyorum?"
diyordun.
Hepimizin sahip olması gereken "kişisel insani değer duygusu"na bir türlü sahip olamamıştın. Yani sadece insan olduğun için, eşrefi mahlukat potansiyeli taşıdığın için değerli olduğuna inanmıyordun. Çünkü hiç değerli hissettirilmemiştin, onaylanmamıştın ailen tarafından. Hep başarısızlıkların gündem olmuştu, elde edemediklerinle tanımlanmıştın: "başarısız sen", "düşüncesiz sen", "babasına layık olamayan sen", "ailesini rezil eden sen". İyi bir bölümü kazanmana rağmen babanın istediği olmadığı için tadına varamamıştın başarının. Hatta ortada bir başarı bile yoktu sana göre. Çünkü baban öyle düşünüyordu. Sen de tüm çocuklar gibi anne babanın sana bakışıyla kendine bakıyordun. Onların gözlüğüyle bakıyordun kendine. Bazen bu gözlüğü çıkarmak demekti psikoterapi. Annenin gözüne girmek için nasıl da çabaladığını anlattığında gözlerin önca ışıldayıp sonra gözyaşıyla doluyordu. Sanki o küçük kızın önce umut sonra hayal kırıklığını seanslarda yeniden yaşıyordun. Bütün bunlardan sonra sen "olsa olsa böyle (basit) bir adama layıktın." Böyle inanıyordun. Değer vereceğin, saygı duyacağın biriyle olduğunu hayal bile edemiyordun. Seninle birlikte olacak bir adam zaten ne kadar değerli olabilirdi ki. Sendeki değersizliği dokunduğun her şeye bulaştırır gibiydin.
Ailenin düşüncelerini bir dönem çok fazla önemsedin; bu ise daha çok hata yapmana yol açtı. Zamanla bu önemseme, beklediğini elde edemediğin için öfkeye dönüştü. Artık aileni neyin rahatsız edeceğini düşünerek hareket etmeye başlamıştın. Daha doğrusu böyle bir düşünceyle hareket ettiğini terapide farketmiştik. Yaptığın her şey ailenin daha fazla tepkisini çekecekti artık. Bu adamla evlenmeni kabul etmemişlerdi. Ancak sen onunla cinsel ilişki yaşayarak kendini ona "mahkum" etmiştin. Artık başkasıyla evlenme şansın yoktu! Ve sen yıllardır bu mahkumiyeti yaşıyordun. Bu mahkumiyetten kurtulma ümidi, arzusu seni terapiye getirmişti. Boşanmak istiyordun. Bunun olabileceğine dair bir ümit ve cesaret arıyordun.
Çok zorlanıyordun. Endişe, suçluluk, ümit, öfke, nefret ve diğer pek çok duyguyu aynı anda yaşıyordun. Sana söyleme imkanım olmadı ama çabanı takdir ediyordum. Kendime de pay çıkarmıyor değildim bu durumdan. Nicedir görüşemedik ve son durmunu bilmiyorum. Umarım kendine güzel gözlükler edinebildin. sevgi dolu gözlükler. Muhabbetle...
Hepimizin sahip olması gereken "kişisel insani değer duygusu"na bir türlü sahip olamamıştın. Yani sadece insan olduğun için, eşrefi mahlukat potansiyeli taşıdığın için değerli olduğuna inanmıyordun. Çünkü hiç değerli hissettirilmemiştin, onaylanmamıştın ailen tarafından. Hep başarısızlıkların gündem olmuştu, elde edemediklerinle tanımlanmıştın: "başarısız sen", "düşüncesiz sen", "babasına layık olamayan sen", "ailesini rezil eden sen". İyi bir bölümü kazanmana rağmen babanın istediği olmadığı için tadına varamamıştın başarının. Hatta ortada bir başarı bile yoktu sana göre. Çünkü baban öyle düşünüyordu. Sen de tüm çocuklar gibi anne babanın sana bakışıyla kendine bakıyordun. Onların gözlüğüyle bakıyordun kendine. Bazen bu gözlüğü çıkarmak demekti psikoterapi. Annenin gözüne girmek için nasıl da çabaladığını anlattığında gözlerin önca ışıldayıp sonra gözyaşıyla doluyordu. Sanki o küçük kızın önce umut sonra hayal kırıklığını seanslarda yeniden yaşıyordun. Bütün bunlardan sonra sen "olsa olsa böyle (basit) bir adama layıktın." Böyle inanıyordun. Değer vereceğin, saygı duyacağın biriyle olduğunu hayal bile edemiyordun. Seninle birlikte olacak bir adam zaten ne kadar değerli olabilirdi ki. Sendeki değersizliği dokunduğun her şeye bulaştırır gibiydin.
Ailenin düşüncelerini bir dönem çok fazla önemsedin; bu ise daha çok hata yapmana yol açtı. Zamanla bu önemseme, beklediğini elde edemediğin için öfkeye dönüştü. Artık aileni neyin rahatsız edeceğini düşünerek hareket etmeye başlamıştın. Daha doğrusu böyle bir düşünceyle hareket ettiğini terapide farketmiştik. Yaptığın her şey ailenin daha fazla tepkisini çekecekti artık. Bu adamla evlenmeni kabul etmemişlerdi. Ancak sen onunla cinsel ilişki yaşayarak kendini ona "mahkum" etmiştin. Artık başkasıyla evlenme şansın yoktu! Ve sen yıllardır bu mahkumiyeti yaşıyordun. Bu mahkumiyetten kurtulma ümidi, arzusu seni terapiye getirmişti. Boşanmak istiyordun. Bunun olabileceğine dair bir ümit ve cesaret arıyordun.
Çok zorlanıyordun. Endişe, suçluluk, ümit, öfke, nefret ve diğer pek çok duyguyu aynı anda yaşıyordun. Sana söyleme imkanım olmadı ama çabanı takdir ediyordum. Kendime de pay çıkarmıyor değildim bu durumdan. Nicedir görüşemedik ve son durmunu bilmiyorum. Umarım kendine güzel gözlükler edinebildin. sevgi dolu gözlükler. Muhabbetle...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder